20 Şubat 2012 Pazartesi

mandalina'nın isyanı: "kabuklarımı soymayın, parfüm kokuyor!"

önce parfüm vardı...sonra insan zar zor nefes alabilmeye başlamış diyorlar...
üsküdardan kadıköy'e yaptığım ufak seyahat boyunca yanımda oturan kadınla kavga edip durdum. tabi kimsenin herhangi bir duyu organı ile şahit olamadığı bir kavga idi bu. kavgalarım konusunda "kafa kırılır, tasının içinde kalır" prensibinden hiç şaşmadım. bu sebepten olacak, kadın ve ortalığa yaydığı ölümcül parfüm kokusu içerde olan bitenden hiç haberdar olamadılar, ne yazık! halbuki onların uğruna bir savaş vardı zavallı zihnimde! mesela yol boyunca defalarca dolmuştan indim, dünyanın en havalı postalarını koydum falan... kafatasımın içinde eşsiz bir kahramandım tabi, hıh! ne sandınız?
ama kahramanlığımın havasını atmak istemem, bu yüzden pek göstermiyorum kendisini. kişisel bir tercih yani, tamamen...
neyse, tüm bu gürültü patırtının içinde ben oturduğum yerden defalarca kalkıp kalkıp terkederken dolmuşu, kadın kokmaya, ben öksürmeye devam ettik. kendisi gibi kokan binlerce parfüm şişesi bozuntusu gibi onun da haberi olmadı bu durumdan. tekrar nefes alabilmem, öksürük krizinin geçmesi falan epey sürdü tabi.
hayallerimin yolculuğu değildi tabi, ama en büyük hayal kırıklığım olduğunu da iddia edecek değilim şimdi.
dolmuştan indiğimde tekrar nefes alabildiğim ilk an bir sigara yaktım, hayatıma biraz çelişki katmak istedim belki, bunu da yazarım şık olur diye düşünmüş de olabilirim. ya da basitçe, günde ortalama yirmi kere yaptığım bir harekete afilli bir şeymiş havası katmak istemiş de olabilirim. kim bilir, bilinçaltı...dur ben bu konuyu da bir açayım doktora dedim sonra;
"Dear Foucault! I let the sanitiy in, baby!
Dear Sanity, the floor is yours!"
dedim sonra. işte bu noktada da sanırım kendimi bulmuş olduğum yere afilli bir hava katmak istemiş olabilirim tabi...
bunları gerçekten sormalı mıyım ona? hmm...biraz daha düşüneceğim bu konu üzerine...
yok sormayayım, bu düpedüz işi sulandırmak olabilir, halbuki ciddi bir iş yapıyoruz burada!

Sevgili Burcu! Parfüm kokusu beynine ulaşmayı başarabilen ve ne işe yaradığından şu noktada pek emin olamadığımız oksijen miktarını hayli azaltmış olabilir ama sen yine de aklını başına topla!

dedim....çok güldü içimizdeki burcu, ama onu kendi haline bıraktık. atsan atılmaz, satsan satılmaz. böyle pörsüdü kaldı elimize, napcan??
neyse bu korkunç kendi haline bıraktık espirisi de patladıktan sonra artık oksijenle de çok işimizin kalmamış olduğunu düşünebiliriz...
vee, ben bunları yazarken kadın kokuyordu hala, inatla! başarılı! tabi dolmuştan inmiş gibi konuşmuş olsam da inmemiştim aslında. bunları yolda yazdım ama sonra da yazsam olan biten çok farklı olmayacaktı...
artık biliyoruz ki ne kadar yol yürürsek yürüyelim, yollar bize
"sevgili kadın! parfümün nefes alma özgürlüğümüze tecavüz ediyor" deyip, kapıyı çarpıp giden bir burcu vermeyecekti...
yol bitti...birileri kadının kokusunu sevecekti elbet, parfüm denen şeyin bu kadar para etmesinin beğenilerle desteklenen bir açıklaması vardı elbet...(ama bu kesin ucuz parfümdü, daha çok öksürttü, ıyyhhh ucuzcuuuu...:P)
ama nefes almak, beğenilerden önce...?? neyse, peki...
parfüm şişelerinde boğulasıcalar!!!
kadına bir halt diyemedim, inerken salak gibi öksürüğümü arttırıp mesaj kaygısıyla boğazımı acıtmak dışında! tüm bunları yazarken kulağımda müzik kalitesi sıfır bir ergen grup çalmakta idi, her cümle korkunç bir ergenlik çığlığı, böegh! yine de utanmadan dinliyordum o anda, koku iyice havasız bırakınca beynimi..bir de terapiye giderken ergenlik şarkıları falan...bu da mı acaba bilinçaltımın kurguladığı bir film sahnesinden ibaretti!
bunları düşünürken kulaklarım"beni dinleyin lan" minvalinde bir şeyler hönküren sesle irkildi, şşşt dur! öyle olmaz, her şeyi sakince...

"şey, sevgili hayat beni bi dinler misin? çok başını ağrıtmaya niyetim yok, şu koca evrende bir iğne ucu kadar yer kaplayacak bir kaç küçük isyanım var da, şey, yani...müsaitsen...?"

LÜTFEN DİKKAT! SİSTEMİN İSYAN ETMENİZ İÇİN TANIMLAMIŞ OLDUĞU ERGENLİK DENEN PARILTILI ÇAĞI KAÇIRMIŞ BULUNMAKTASINIZ! ŞİMDİ SUSUN VE OTURUN OTURDUĞUNUZ YERDE!

"şey...oturuyorum zaten de...bunun bir affı, geç kayıt dönemi ne bileyim bir add-drop haftası falan yok mu ki? mazaret, rapor falan???"

yok dedi, geçmişe dönük rapor kabul etmiyoruz...
hadi ya dedim. hani kaçırmamış olsam ne halt yiyecektimse?!

"sevgili kadın! parfümün nefes alma özgürlüğümüze tecavüz ediyor" deyip, kapıyı çarpıp giden bir burcumuz mu olacaktı? sanmam...

sonra parfüm kokusu iyice ciğelerime yerleşti...allahım! bu kavga hiç bitmeyecek mi, neden trafik var. eski burcu, nerdesin? in de yürü...yok ya, öyle pek hareket edemiyorum biliyor musun? hadi ya...bak baya katatonik hissiyatlarla trafiği sevdiğim bile olmakta...peki...
sonra hastanedeki kadın sordu;

"yaş kaç?"
"yirmialtı"
"peh!"

noldu? beğenemedin mi canım? dedim...tabi dedim derken, kafamın içine...kafamın içine!! hem istatistiklere pey uygunum, nabeer dedim...
sonra son durağa geldik, biliyorum az önce de gelmiştik ama insan bilemiyor ki ne zaman son durak olduğunu...diye bayık, iğrenç bir cümle kurmadım tabi...aklıma geldi yuttum!
ama hakikaten indim bu defa dolmuştan. kadıköyde bir dükkana girdim. mensubu olduğum sosyo-ekonomik sınıftan bir kadına göre ortalama bir ayakkabıyı karşılayacak paradan daha az bir miktarı çeşitli boya kalemlerine yatırdım. bunu yaparken de çevremdeki kadınlardan farklı olduğumu vurgulamak istedim belki hayata karşı. ama bu farklı kadınlardan baya vardı tabi, olsun onlar da böyle şeyler yapıyorlardı...
terapiye de gittiğime göre baya baya sınıfsal sorumluluklarımı yerine getiriyordum...
neyse işte sonra doktora ulaştım..tüm bunlardan bahsetmekten vazgeçtim. birazcık saçmalık saklamaya karar verdim kendime...kabuklarımı soyuyoruz, mandalina gibi...korkuyorum, kadınların parfüm kokularından ve olan biten her şeyden...
parfüm şişelerinde boğulun inşallah! öldürdünüz lan beni!

"sevgili doktor, ölecek miyim?"
"yok, bununla savaşmanın yollarını bulacağız."
"hadi ya...kendi elimle kendimi..."

neyse sevgili doktor, biz kediylen evde bekliyoruz, bir gün devrim eve gelecek, bizimle çay içecek, inanıyoruz!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder